Evden Emlağa Fikirtepe: Rant ve Spekülasyon Ekseninde Kentsel Dönüşüm
Bir şehir antropoloğunun saha notları
Saha çalışmasına başladığım 2013 yılının Mart ayında Fikirtepe bölgesi, kentsel dönüşüm macerasında iki yılı çoktan geride bırakmıştı. Çalışmalara başladığım sırada altmış yapı adasından oluşan bölgede üç ada tamamıyla yıkılmış, bazı adalarda da başta kiracılar olmak üzere bir çok insan evlerini boşaltıp gitmeye, sokaklar yavaş da olsa ıssızlaşmaya başlamıştı. O zamanki notlarıma dönüp baktığımda mahallede yaşayan insanlardan sıklıkla duyduğum şey, içinde yaşadıkları belirsizlikle ilgili duydukları sıkıntılardı. Proje ilk ortaya çıktığında yaşanılan heyecan; medya ve inşaat firmalarından gelen yoğun ilgi ve basında çıkan geleceğe dair umut verici haberler, yerlerini bir süredir durgunluk ve belirsizliğe terk etmişti. Ne olmuştu da müthiş rantlar vaat eden bu projenin yanına şu an kimse yaklaşmıyordu? Neden süreç tıkanmış ve bir durgunluk dönemine girilmişti? O zamanlar bu soruları sorduğumda insanlar pek konuşmak istemediler. Pek çoğunun onlara zengin olmanın kapısını açmış olan bu projeyi “nankör” gözükmemek adına eleştirmekten çekindiklerini gözlemledim. Pek çoğu da Fikirtepe’ye verilen yüksek emsalle üretilecek rantı kıskanan bir takım çevrelerin engellemeleri sonucu projenin tıkandığını iddia ediyordu. Ancak araştırmalarım ilerledikçe “kıskançlıklar”, “nankörlükler” bir yana Fikirtepe’deki asıl sorunun rant ortaklığı kurgusunun işleyiş biçiminde olduğunu gördüm. Fikirtepe’yi asıl bitirecek şey, binaların yıkılması değil, bu rant ortaklığı kurgusunun sebep olduğu veya olacağı ekonomik buhran ve sosyal çözülmeydi. Burada doğmuş büyümüş, elli yaşlarında esnaf bir mahalleli içinde bulunduğu durumu şu sözlerle ifade ediyordu: “Kentsel dönüşüm öncesi komşularımın yüzde doksan dokuzu ile aram iyiyken, şimdi yüzde sekseni ile aram kötü. Mahallemiz çözülüyor, birbirine düşman oluyor. Kimse gelip ilgilenmiyor, burada olup bitenden kimsenin haberi yok.” (28 Mart 2013)
Başlarına talih kuşu konduğuna inanmış veya inandırılmış olan Fikirtepeliler, şimdiye dek yerine getirilmeyen vaatlerin sorumlusunu uzun süre yanlış yerlerde aradı. Kimi zaman müteahhitlerin sunduğu anlaşmaları imzalamaktan çekinen komşusunu suçladı, kimi zaman projeyi dava eden Mimarlar Odası’nı, kimi zaman da hayali bir “Bağdat Caddesi” lobisini. Fikirtepeliler’in ranttan pay alanlar ve alamayanlar eksenine sıkışıp kalmış algı dünyalarında bir başka dünya görüşü, bir başka bakış açısı yer almadı. Aslında tüm Türkiye bu algı ekseninin esiri oldu ve spekülasyonla oluşturulan emlak piyasasının soyut dünyasına bir şekilde eklemlendi. Türkiye’de artık ev yoktu; her şey emlak, her yer yatırımdı. Evini, mahallesini adına kentsel dönüşüm denen arsa üretme çarklarının dişlileri arasına teslim ederken çoğu zaman kimse gözünü bile kırpmadı. Ancak 16 Mayıs 2012 tarihinde yürürlüğe giren, afetle uzaktan yakından ilgisi olmayan, sadece arsa üretme süreçlerini inşaat firmaları lehine hızlandıran ve kolaylaştıran 6306 sayılı “Afet Yasası”, bu rant ortaklığı algısını değiştirmeye başladı. Eskiden düşman olarak görülenlerin aslında onlarla aynı safta olduğu anlaşıldı. İşte Fikirtepe tam da bu dönüşen, değişen algıların nabzını tuttuğumuz, Türkiye’de kentsel dönüşümün hem yüzü, hem de kanayan yarası olan bir bölge. Aşağıda okuyacaklarınız, üç buçuk yıl önce başına talih kuşu konduğu söylenen bu “loto talihlilerinin” bugün içinde bulunduğu yoksullaşma, öfke ve hayal kırıklığının hikayesi; kentsel dönüşümün “diğer” gerçekleri.
[Fikirtepe. Photo by Duygu Parmaksizoglu.]
2011 senesinin Ocak ayında İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Kadir Topbaş, Fikirtepe’de bulunan Onikiler Camii’ne gelerek buradaki vatandaşlara kentsel dönüşümün müjdesini verdi. Bölge “Özel Proje Alanı” ilan edilerek İstanbul’un ve hatta Türkiye’nin hemen hiçbir yerinde görülmemiş bir imar hakkı Fikirtepe’ye tanındı. Bu 4.14’lük yüksek imar hakkının[1] ön koşulu, küçük parsellerin birleşerek belli bir metrekareye ulaşmaları idi. Bu koşulu yerine getirmek için yapılan planlama çalışmasında 130 hektarlık, yaklaşık 100 bin nüfuslu Fikirepe, Dumlupınar ve Eğitim mahalleleri her biri 150-200 parsel ve 250-350 arası haneden oluşan 60 adet yapı adasına bölündü. Yapılan planlamaya göre her ada toplu olarak bir inşaat firmasıyla anlaşacak, inşaat firması da buradaki çoğunluğu gecekondu tipinde olan evleri yıkıp yerlerine süper lüks, gökdelen tipi rezidanslar dikecekti. Bu anlaşma koşullarında genelde yapılan inşaatların %52-60 arasındaki payını malikler, geri kalanını da müteahhit alacaktı. Yüksek imar koşulları hem müteahhitlere yüksek karlar vaat ederken, hem de buradaki birçok mahalleliye evleri karşılığında iki üç tane, hatta bazı durumlarda belki daha fazla lüks daire kazanma imkanı sundu. Medya da boş durmadı ve projeyi “makus talihi kentsel dönüşüm piyangosuyla değişen şanslı gecekondulu” olarak duyurmayı ihmal etmedi. Hükumet bundan önceki kentsel dönüşüm projelerinde yarattığı olumsuz kamuoyu tepkisini bu projeyle tersine çevirmeye, ve burada oluşacak ranta çok sevgili halkını da ortak ederek “kentsel dönüşüm” tamlamasının kötü imajını da değiştirmeye soyunmuştu. Öyle ki proje açıklandıktan ve müteahhitler büyük bir hızla buraya akın etmeye başladıktan kısa bir süre sonra medyada İstanbul’un çeşitli semtlerinden “biz de kentsel dönüşüm istiyoruz” haberleri yer almaya başladı. Başta Fikirtepe olmak üzere, İstanbul’un pek çok düşük gelirli mahallesi büyük bir hevesle ve umutla bu arsa üretme mekanizmasının dişlilerine kırk yıllık evlerini, mahallelerini gönüllü olarak teslim etme yarışına girdiler.
Fikirtepe, İstanbul’un diğer gecekondu mahallelerinden farklı olarak hazine veya vakıf arazisi üzerine kurulmuş bir mahalle değildir. Buradaki araziler satın alınmış, özel tapulu mülklerdir. Her ne kadar evlerin yüzde doksanı ruhsatsız olsa da, herkes müstakil arsa tapularına sahiptir. Bu anlamda mülkiyet dokusu diğer gecekondu bölgelerinden farklı olduğundan, zorlama yerine gönüllülüğü, zorla yerinden etme yerine ranta ortak etmeyi esas alan bir dönüşüm planlanmıştır. İnsanları projeye ikna etmenin yolu, spekülasyon yoluyla bir rant mekanizması yaratmak ve bu potansiyel ranta onları ortak etmekti. Nitekim zaman içinde bu rant çarkları Fikirtepe’de çeşitli “iş” kolları, kolay yoldan para kazanma mekanizmaları üretti. Öncelikle her ada, firmalarla görüşmeleri daha seri ve verimli yapabilmek için sekiz ila on kişilik temsilci grupları oluşturdu. İlk başlarda mahalleli kendi temsilci grubunu kendi seçerken, daha sonra pek çok adada mahallelerden bir takım insanlar seçilmedikleri halde bu işe talip oldu. Bunların birçoğu müteahhitlere giderek kendini temsilci olarak tanıttı ve içinde bulunduğu ada adına komşularına danışmadan konuşmaya ve hatta karar vermeye soyundu. Özünde komşularının çıkarlarını düşünmesi gereken bu insanlar, zamanla saf değiştirip müteahhitlerin iş takipçiliğine başladı. Öyle ki, bazıları normal işlerini bırakıp, firmaların mahallede açtığı ofislerde tam zamanlı mesai yapmaya, müteahhitten maaş almaya başladılar. Kimisi de çeşitli başka maddi çıkarlar karşılığında komşularını firmayla anlaşmaya zorlamakla suçlandı. “Ada temsilciliği” denen şey, zamanla bir iş kolu haline geldi. Birçok adada temsilcisine güvenmeyen mahalleli anlaşmaları imzalamadı. İmzalayanların da önemli bir kısmı, komşusu imzaladığı için, ya da kendini baskı altında hissettiği için imzayı attı. Ancak genel olarak sorun hep güven sorunuydu. Mahalleli firmaya güvenmek, taahhütlerini yüzde yüz yerine getireceğinden emin olmak istiyordu. Ne de olsa birçokları için hayattaki tek mal varlıkları buradaki evleriydi. Belediye veya bakanlık burada iş yapmaya soyunmuş firmaları herhangi bir denetimden geçirmediği veya bir takım kriterlere tabi tutmadığı için (bakanlık yetkilileri kriter getirmeyi veya mali durumlarını araştırmayı firmaların “kişilik haklarına” aykırı bulduklarını belirtti), firma ve sözleşmelerle ilgili araştırmayı yapmak mahalleliye düşmekteydi. Karşısına avukatlar ordusuyla dikilen firmanın önünde mahallelinin çok da kendini savunacak, ifade edecek gücü kalmamıştı. Sahip olduğu tek güç, imza atmayı geciktirerek süreç üzerinde kontrol elde edebilmekti.
[Fikirtepe. Photo by Duygu Parmaksizoglu.]
Firmalar ise süreç içinde güçlerini ya göz dağı vererek gösteriyorlar, ya da olmayan projeler için kura günleri düzenleyerek mahalleliye, “Kurada size teras katı çıktı, en kıymetli yer. Hakkınızı kaçırmak istemiyorsanız gelin imza atın” diyorlardı. Hayalleri beslemek her zaman için daha iyi sonuç veriyordu. Pek çok insan henüz projesi bile olmayan evlerinin kira gelirleri üzerinden tahminler yapıyor, ya da sattığı zaman eline geçecek parayla neler yapacağını tasarlıyordu. Tıpkı milli piyango kazanma hayalleri gibi ortada olmayan bir paranın toplaması, çıkartması, çarpması, bölmesi yapılıyordu. Ancak hayaller sürekli olarak güven problemleriyle gölgelendiğinden süreç tıkanma noktasına geldi. Tıkanıklığı açmak hükumete düştü. Önce proje İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin denetimden çıkarılıp Çevre ve Şehircilik Bakanlığı denetimine alındı. Ardından da Mayıs 2013’te Afet Yasası kapsamına alınarak asıl vurucu darbe indirildi. Yasa firmalara maddi yönden önemli imtiyaz ve avantajlar tanırken (KDV’nin %18’den %1’e düşürülmesi gibi) mahalleli ve firma arasındaki güç dengesini firma lehine değiştirdi. Artık imza atmanın veya atmamanın sonucu komşular arasındaki gerilimden çok daha ötede bir yere, “kamulaştırmaya” varıyordu. Yasadan önce mahalleliyle yaptığım sohbetlerde “kamulaştırma” meselesi gündeme geldiğinde herkes, “Burası bizim tapulu malımızdır ve tapu kutsaldır. Burada kamulaştırma olamaz” diyordu. Ancak afet yasası, bir yanıyla barınma hakkını ihlal ederken, bir yanıyla da mülkiyetin en önemli temsil aracı olan tapuyu da bir kağıt parçası haline getiriyordu. Buradaki halk, anlaşmazlıklar ayyuka çıktığında hükumeti kendileri ve firmalar arasında bir tampon bölge oluşturması için göreve çağırmıştı, ancak bakanlık devreye girer girmez tarafını belli etti ve kamulaştırma tehditini firmalar adına kullandı. Buradaki kamulaştırma meselesi özünde Anayasa’ya aykırı olduğundan, ve hükumetin Kadıköy bölgesinde en çok destek aldığı noktayı ciddi şekilde sarsacağından, bakanlık bir uzlaşma komisyonu kurmayı ilk etap için daha uygun buldu. Ancak bu “uzlaşma komisyonu,” imza atmayanların taleplerini ve sıkıntılarını dile getirecekleri bir platformdan çok, tarafları bakanlık nezdinde bir araya getirerek maliklere imza atma baskısı yapacak bir ortam olarak planlanmıştı. Başka bir deyişle, iktidarın erkini görünür kılarak göz dağı vermesi şeklinde tezahür eden pasif-agresif bir ataktı bu uzlaştırma meselesi.
Tüm bunlar yaşanırken bir taraftan da firmaların içinde bulunduğu maddi zorluklarla ilgili sıkıntı verici haberler gelmeye de başlamıştı. Fikirtepe’nin içindeki ilk adayı yıkmış, hatta temel bile kazmaya başlamış bir firma, Mayıs 2014’te iflas erteleme davası açmıştı. Bir başka firma, bir buçuk yıl önce evlerinden çıkarttığı insanlara son bir yıldır kira ödeyemiyordu. İşin kötüsü bu firmalar, burada iş yapmaya soyunmuş, çoğu yap-satçılıktan gelen, mali yönden zayıf onlarca firmanın içindeki en güçlü beş firmadan ikisiydi. Bir tarafta artarak büyüyen güven sorunu, bir tarafta da hükumetin kamulaştırma zorlamalarının arasına sıkışıp kalmış olan halk, zamanla eski düşmanlarının aslında pek de düşman saffı olmadıklarını gördü. Eskiden “ranttan pay alamadıkları için projeyi kösteklemeye çalışıyorlar” diye suçladıkları Mimarlar Odasının, ya da güya buralar kıymetlenmesin diye çalışan bir takım sözde lobilerin, aslında içine sıkışıp kaldıkları algı dünyalarının dışında bir yerde durduklarını onlara gösterdi. Mimarlar Odası ve çeşitli sivil toplum örgütleri bu projeye karşı çıkarken dayandıkları temeller projenin her yönüyle şehircilik ilkelerine aykırı olduğu, ciddi çevresel tahribata yol açacağı, nüfusu dört katına çıkartacak bir proje için mevcut alt yapının son derece yetersiz olduğu gerçekleriydi. Bu son derece plansız, düzensiz dönüşüm modeli gerçekleştiği takdirde gelinecek sonuç yepyeni, lüks ve yaşayan bir şehir merkezi değil, ruhsuz, bütünlüksüz bir beton bloklar yığınından başka bir şey olmayacaktı. Bu öngörüyü paylaşanlar, mahalle hayatını ve sosyal dokuyu koruyan, iyileştiren yerinde dönüşüm modellerini destekliyorlardı. Ayrıca 2014 yılının ekonomik göstergeleri emlak sektöründe ciddi bir talep daralmasının yaşandığını, emlak balonunun patlamak üzere olduğunu ve şehrin dört bir yanının atıl yatırımlarla dolu olduğunu söylüyordu. Böyle bir ortamda şimdiye kadar imza atmamakta direnen mahalleliler, birdenbire hem imza atanların, hem de firmaların ister istemez sigortası konumuna geldiler. Her ne kadar firmalar iş yapmamalarının müsebbibi olarak hala imza atmayanları gösterse de, gerçekte onlar da önlerindeki tablodan ürküyorlardı.
Saha çalışmasına ilk başladığım zamanlarda bir mahalleli bu “loto talihlisi” yakıştırmasından rahatsız olduğunu söylemişti: “Milli piyango, loto talihlilerinin hikayelerini oku. Hepsinin sonu, sefalet, hüsran.” Gerçekten de bugün gelinen nokta hayal kırıklığı ve hüsran. Şu an Fikirtepe’de dört-beş tane ada tamamıyla yıkılmış, bir o kadarı da boşaltılmıştır. Bölgenin yaklaşık %60-70`lik bir kısmı bina olarak yerindedir, ancak nüfus önemli ölçüde azalmıştır. Boşalan evlere şu an Suriyeli mülteciler, tinerciler, madde bağımlıları yerleşmiş; adam yaralamadan cinayete, hırsızlıktan kavgaya, yangına kadar her gün bir vukuat yaşanmaktadır. Öyle ki artık akşam saatlerinde kimse çocuğunu tek başına bakkala dahi yollayamaz, hatta kimse sokağa çıkamaz haldedir. Güpegündüz evlere hırsızlar girmekte, dört bir yanda gezen madde bağımlıları buradaki insanları her gün tehdit etmektedir. Bundan üç-dört yıl öncesine kadar bakımsız, altyapısı eksik, fakat yaşayan, insanların iyi ilişkiler içinde olduğu bir mahalle olan Fikirtepe, bugün savaş filmleri platosu olmuş, sokaklarında cinayetin, hırsızlığın kol gezdiği tekinsiz bir mekana dönüşmüştür. İmza atma veya atmama meseleleri, bir takım ada temsilcilerinin şahsi çıkarları uğruna komşularını “satması”, müteahhitlerle yaşanan güven problemleri insanlar arasındaki ilişkileri ciddi anlamda örselemiş, sürekli dedikodunun, söylentilerin kol gezdiği bir ortamda kişilerin birbirlerine güven duymasını imkansızlaştırmıştır.
[Fikirtepe. Photo by Duygu Parmaksizoglu.]
Buradaki insanların zengin olma hayalleri bir anlamda artık elindekini de kaybetmeme ve hatta hayatta kalma mücadelesine dönüşmüştür. Mahallenin yirmi-otuz yıllık esnafı iflasın eşiğine gelmiş, işleri bozulan, para sıkıntısı çeken pek çok mahalleli “çantacı” diye tabir edilen kişilere nakit para karşılığı metre metre ellerindeki arsalardan satmaktadır. Pek çoğu düzensiz ve düşük gelirli işlerde çalışan mahalleli için, yaşayan bir mahalle hayatta kalmak için elzemdir. Çocuk bakımından, mevsimlik yiyeceklerin hazırlanıp saklanmasına ve temizliğe kadar her türlü ihtiyaç piyasadan satın alınarak değil, yardımlaşma usulüyle giderilmektedir. Şu an pek çok mahalleli, özellikle de yaşlı olanlar, bu güvenlik ağları altlarından söküldükten sonra nasıl ayakta kalabileceklerinin hesabını yapmaktadırlar.
Bir yılı aşkın süren saha çalışmamın başından sonuna yaptığım onlarca röportaj, yüzlerce sohbette sürekli kendini tekrar eden tek kavram “belirsizlik” oldu. İnsanların kentsel dönüşüm söz konusu olduğunda her günü “Allah kerim” diye açıp, her geceyi “sabah ola hayrola” diye kapattığı bir belirsizlik dünyasına çaresizce teslim oluşlarını gözlemledim. Rantın spekülasyondan, spekülasyonunsa belirsizlikten beslendiği bir çark Türkiye’de kentsel dönüşüm. İsteyelim ya da istemeyelim her birimizin içine çekildiği, evlerimizi emlağa, sokaklarımızı, mahallelerimizi yatırıma, “kupon arsa”ya dönüştüren yapmaktan çok yıkan, tahrip eden, yıllar içinde ilmek ilmek örülmüş sosyal- ekonomik dokuları bir vuruşta çözen bir süreç. Fikirtepe, işte tam da bu rantın peşinde koşarken kaybedilenlerin, zengin olmayı düşlerken fakirleşmenin hikayesi, kentsel dönüşümün az konuşulan “diğer” gerçeği.
NOTLAR
[1] 4.14 oranındaki imar hakkı, belli bir arsa üzerinde tanımlanmış yapılaşma hakkıdır. Örneğin 100 metrekarelik bir arsaya 414 metrekarelik dikey inşaat alanı izni verir. Bu oran normalde Kadıköy bölgesi için 2.07`dir.